PDA

Orijinalini görmek için tıklayınız : Türkiye Süt Sığırcılığı Üzerine Bir Çözümleme


Zooteknist
17.05.2010, 21:02
Türkiye tarımı, iç ve dış dinamiklerin belirlediği nedenlerle önemli sorunlara sahiptir. İç dinamiklerde olumsuzluğu yaratan etmen, yapısal özelliğidir. Batı ülkelerine göre; işletmeler daha küçük ölçekli olarak kabul edilir, teknoloji ve bilgi kullanma düzeyi gericedir, sağlık-koruma önlemleri yetersizdir, üretimde planlama yoktur, üretim ve pazarlamada örgütlülük zayıftır ve önemli ölçüde gizli işsizliği barındırır. Anılan yapıyı değiştirecek sosyo-ekonomik politikaların pusuladan mahrum oluşu yanı sıra, buna dış dinamiklerin yönlendirilmesi de eklenince, üretim ve verimlilikte önemli gerilemeler ortaya çıkmıştır. Bu bağlamda Türkiye tarımı, son yirmi beş yılda giderek artan ölçüde dış dinamiklerin, bir başka deyişle Batı’nın etkisi alanına girmiş ya da sokulmuştur. Etki altına sokulmak istenmesinin nedeni, Batı’nın uyguladığı tarım politikaları sonucunda olağanüstü bitkisel ve hayvansal üretim fazlalıklarına sahip oluşudur. Bunların Türkiye gibi çevre ülkelerinde eritilmesi ve bu amaçla yurtiçi üretimlerin geriletilmesi yaşamsal bir zorunluluk olarak ortaya çıkmıştır.Anılan uygulamalar, küreselleş(tir)me ya da yenidünya düzeni olarak adlandırılan yeni-liberal politikalarla olası olmuştur.



Küreselleştirme ve Türkiye Süt Sığırcılığı



Bu nedenlerle Batının yönlendirmesi ile uygulana gelen yeni liberal politikalar ışığında Türkiye süt sığırcılığının irdelenmesi, daha doğru olacaktır. Türkiye’de 24 Ocak 1980 kararları ile tarımda korumacılığın kaldırılması ve desteklenmelerin azaltılması sürecine sokuldu. Sürecin yansıması şöyle gerçekleştirildi; iç piyasayı terbiye için Batı ülkelerinden önce süt ve ürünleri, daha sonra et ve ürünleri dışalımı yapıldı. Bununla birlikte Amerika Birleşik Devletleri (ABD)/Avrupa Birliği (AB) merkezli ülkeler stoklarını eritemediler, çünkü ellerinde bu ürünleri yaratan sığır fazlalığı vardı. Anılan nedenle bu kez Dünya Bankası aracılığıyla yeni bir senaryo yazıldı. Ucuz dış kredi sağlanarak Türkiye’ye 300 bin baş civarında damızlık sığır pazarlandı. Bu yetmediği gibi, et üretimi için de aşırı miktarda kasaplık erkek hayvanda getirildi (Dağ köylerinde bile bu amaçla tesisler kuruldu). Bunun sonucunda, geçici olarak süt ve et fazlası oluşturuldu. Süreç içinde fiyat düzenleyicisi tarımsal Kitler de (SEK ve Et-Balık Kurumu gibi)özelleştirildiği ve kapatıldığı için yetiştiriciler sütlerini ve ürettikleri hayvanları değer fiyata satamadılar. Damızlık hayvanlarını satarak zarardan kurtulmaya çalıştılar. Bütün bunlar, Türkiye hayvancılığını geliştirmek için yapıldı, ancak beklenilenin aksine hayvancılık büyük bir yara aldı. Sağmal sığır sayısı önemli ölçüde azaldı. Buna karşılık Türkiye, Batı’da sorun haline gelen sığırları alarak onları rahatlattı. Fakir Türk Çiftçisi, zengin Batılı çiftçiye ve tekelci firmalara yardım etti.Damızlık sığır dışalımı daha sonra sınırlandırıldı. 2000 başından itibaren Avrupa, ABD ve Kanada’dan deli dana hastalığı nedeniyle dışalım yasaklanmıştı. Dışalımın sınırlandırılmasında örgütlenmiş sığır yetiştiricilerinin önemli ağırlığı olmuştu. Kendi güçlerini harekete geçiren sığır yetiştiricileri, ıslahta da önemli başarılar sağlamışlardı.Bununla birlikte Batı’nın elinde yeniden biriken stoklarını eritmek için yeni düzenlemeler(oyunlar mı desek) içine girdiği gözlemlenmektedir.Bu bağlamda, Türkiye’de de sığır dışalımı için önemli bir gerekçe hazırlanmaya başlanmıştır. AB müzakere sürecinde, sanayiye dökülen sütü temel olarak, süt kotasının arttırılması konusu gündeme getirildi. Daha sonra bu kotanın genişletilmesi için Türkiye’de dev sığırcılık işletmelerinin kurulması gerekliliği dayatıldı. Bu amaçla, 2005 yılından itibaren yeni kurulacak dev sığırcılık işletmelerine olağanüstü desteklerinin getirilmesi sağlandı. Bu destekler arasında, devlete ait kamu işletmelerinin kiralanarak büyük sermayeye devredilmesi de sayılabilir. Kurulmakta olan dev sığırcılık işletmeleri de damızlık gereksinimlerini Türkiye iç pazarından karşılayamayacaklarını belirterek damızlık dışalımının kitlesel olarak başlatılması için bir baskı grubu olarak ortaya çıktılar. Bu baskıyı arttırmak için, şimdilik askıya alındığı belirtilen “Sözleşmeli Damızlık Süt Sığırcılığı Projesi” de sahneye sokulmak istendi.Bu arada, 2007 Mayıs ayında Paris’te toplanan Dünya Hayvan Sağlığı Örgütü (OIE), ABD’nin müracaatı üzerine bu ülkeyi deli dana hastalığı açısından risk grubundan çıkardı. Riski denetlenebilir ülke grubuna aldı. Düve dışalımının açılacağı haberini alan sığır yetiştiricileri, İzmir’de düzenlenen “Türkiye Süt Sığırcılığı Kurultayı, 2007” de buna karşı çıktılar. Yayınladıkları sonuç bildirisinde, dışalımın hayvancılık sektörü kadar, insan sağlığını da tehlikeye sokacağını belirttiler. Buna karşılık, başlangıçta Tarım ve Köyişleri Bakanlığı (TKB), hiçbir firmaya dışalım izni verilmediği konusunda açıklama yaptı. Ancak bu açıklama doğru çıkmadı. Aralık 2007’de ABD’den binlerce düve İzmir Limanı’na getirildi. Dünya Hayvan Sağlığı Örgütü 25-30 Mayıs 2008 tarihli toplantıda AB ülkelerini riski denetlenebilir grubuna aldı. Bu durumda Türkiye’ye ABD dışında, AB’den de yoğun gebe düve dışalımı başlayacaktır. Belki de dışalımda patlama olacaktır. Ancak dışalım’ın patlaması Türkiye’de yetiştirilen ineklerin kesime gitmesine neden olacak, küçük ve orta ölçekli işletmeler tasviye edilecektir. Anılan olumsuz öngörüye karşı, sığır yetiştirici birliklerinin şimdiden hazırlık yapması kısacası direnmesi gerekiyor. Stokları eritmek için ABD/AB’nin diğer bir oyunu ise, yukarıda da değinildiği gibi AB aracılığıyla öne sürdüğü süt kotası. Bunu biraz daha açıklamakta yarar var. Türkiye’de üretilen sütün nitelikleri öne sürülerek, öngörülen en iyimser kota üst sınırının 5 milyon ton olabileceği belirtiliyor. Buna göre, küçük ve orta ölçekli üreticilerin sütü niteliksiz kabul edilerek de yine dev sığırcılık işletmeleri özendiriliyor. Ancak AB böylelikle bir taşla iki kuş vuracak. Birincisi, getirilen kotayla “Benim elimde sağlıklı süt ve ürünler var: Türk halkı bunları tüketsin” denilecek. İkincisi ise “Nitelikli sütü dev sığırcılık işletmeleri üretiyor, bunlara iç pazarda damızlık bulmak zor, benden alabilirler” yaklaşımı hayata geçirilecek. Özetle, Türkiye süt sığırcılığının geliştirilmesi, daha doğrusu geliştirilememesinde, göz önüne alınması gereken önemli etmenlerden birisinin AB/ABD kaynaklı dış dinamikler olduğu görülmektedir. Burada Batı’nın çıkarlarının Türkiye’nin çıkarlarıyla çakışıp çakışmadığı dikkate alınmalıdır. Daha öncede belirtildiği üzere AB Tarım müzakere sürecinde süt üretim kotası konusundaki görüşmelere bu açıdan bakmakta yarar vardır. Bir yandan, getirilecek kotayla süt ve ürünleri için ileride Türkiye’yi pazar duruma getirme isteği yatarken, bir yandan da kotanın belirli ölçüde arttırılması isteğine yanıt vererek damızlık sığır dışalımının kapısı açılmak istenmektedir.


Türkiye Süt Sığırcılığını Geliştirme Yolları



Türkiye dış dinamiklerinin etki alanından nasıl kurtulabilir ya da dış dinamiklerin olumsuzlukları nasıl azaltılabilir? Bunun yanıtı iç dinamikleri doğru olarak harekete geçirmekle bağlantılıdır.Türkiye’de süt sığırcılığının geliştirilmesinde dikkate alınması gereken iç dinamikler içinde öncelikli etmenler arasında; işletme başına arazi ve sığır sayısı, damızlık üretimi, sağlık koruma, kaliteli çiğ süt üretimi, üretim ve pazarlama gibi teknik ve ekonomik konular sayılabilir.



İşletme Başına Sığır Varlığı Ne Olmalı?



Türkiye’de tarımın diğer üretim kollarında olduğu üzere, “süt sığırcılığında da üretim ve verimliliği olumsuz olarak etkileyen etmenlerin başında, işletmenin arazi genişliğine (64.3 dekar)ve sığır sayısının (5.2 baş) azlığına bağlamak” genel bir yaklaşım olarak kabul edilmiştir. Bu yaklaşımın kanıtı olarak ABD/AB’ deki işletme büyüklükleri örnek olarak gösterilmektedir. Bu konuda bir art niyet yoksa bir bilgilendirme eksikliği olduğu açıktır. AB (25) teki tarım işletmelerinin yüzde 61.9’ unun arazi varlığı 50 dekarın altındadır. Süt sığırcılığı işletmelerinin inek sayısı bakımından da bir gözlem yapılırsa, işletmelerin yüzde 70.7’ sinde inek sayısı 1-9 baş, yüzde 7’side 50 başın üzerindedir. AB ülkelerindeki toplam süt işletmeleri içinde 100 baş ve üzeri sığıra sahip olan işletmelerin oranı Fransa’da yüzde 1, İtalya’da yüzde 4, Almanya’da yüzde 3.8’dir. AB’ye yeni giren Polonya’da ise bu oran binde 1’dir. AB’de kaliteli süt üretimi 40-50 baş işletmelerden sağlanmakta ve bu büyüklük ideal kabul edilmektedir. Bu işletmelerde aile işgücü egemendir ve gerekiyorsa ek işgücü çalıştırılabilir. Buradan yola çıkılarak Türkiye için ideal modelin, 10-20 baş sığıra sahip işletmeler olabileceği belirtilebilir. Bu durumda Türkiye’de işletme başına inek sayısının azlığı temel alınarak, küçük işletmelerin tasfiyesi ve kaynakların büyük işletmelere kaydırılmak istenmesi saplantısı, terk edilmelidir. İnek sayısının azlığına dayandırılan sorunların çoğunu, etkili bir örgütlenme ile çözmek olasıdır. Bu da, ağırlıklı olarak girdilerini ucuza temin edinilmesinden başlayarak çıktıların değer fiyata pazarlamasını sağlayacak kooperatif örgütlenmeden geçmektedir. Kooperatif örgütlenme ile ortak makine parkları, kaba ve yoğun yem üretimi, ortak sağımhane, soğuk zincirin sağlanması gibi üretim ve kaliteyi doğrudan etkileyen hizmetleri vermekle olasıdır. Aslında AB’de de yapılan budur.



Damızlık Üretimi Nasıl/Kim Aracılığıyla Çözümlenmeli?


Türkiye’nin damızlık üretimi açısından sığırcılıkta önemli bir güce ulaştığı görülmektedir.2005 yılı verilerine göre kültür, melez ve yerli sığırların oranı sırasıyla yüzde 23, yüzde 43 ve yüzde 34’dür.Süt verim ortalaması ise kültür, melez ve yerli ırklarda sırasıyla 3885 kg, 2706 kg, ve 1316 kg. dır. Ege ve Marmara Bölgesi’nde kültür ırklarının eriştiği düzey ise 5.5 tona ulaşmıştır. Aslında Türkiye bir dışalım ülkesi değil, sağlıklı bir organizasyon ile ciddi bir dışsatım ülkesi olmanın aşamasındadır. Şimdiki durumda sığır ıslahı amacıyla kurulmuş olan Damızlık Sığır Yetiştirici Birlikleri (DSYB)’nin ana etkinlik konusu olan soy kütüğü ve kayıtlarının toplanmasında karşılaşılan kimi aksaklıkların giderilmesi gerekmektedir.Bu amaçla, personel ve donanım alt yapısının iyileştirilmesi, soy kütüğü ve verim kayıtlarının tutulmasında ICAR standartlarına ulaşılması (ICAR mührünün alınması) ile soy kütüğü ve verim kayıtları hizmetlerinde devlet desteğinin arttırılması gibi uygulamalarda iyileştirmeler sağlanmalıdır.Kısaca özetlenirse, Türkiye’nin yeni kurulacak işletmeler için iç pazarda yeterli nicelik ve nitelikte damızlık hayvanı vardır. Türkiye’de damızlık gereksinmesinin karşılanmasında diğer bir konu da, sperma dış alımında ortaya çıkmaktadır. Sperma dışalımında satıcı ülkelerin sperma depolarının boşaltılmasını sağlayacak bir uygulama izlenmektedir. 2006 yılında iki buçuk milyon dozdan fazla sperma dışalımı yapılmıştır. Bu durum yerli sperma üretimini olduğu kadar, ıslah programını da olumsuz etkileme noktasına gelmiştir. Sperma dışalımının düzeyi ve niteliği konusu yeniden düzenlenmelidir. Diğer yandan, yapay tohumlama uygulamasına yönelik yasal alt yapı, uygulamanın yetiştirici tarafından da yapılabilmesini sağlayacak şekilde değiştirilmelidir.



Salgın Hastalıklar İle Mücadele Nasıl Yapılmalı?

Türkiye sığırcılığında üretimi olumsuz olarak etkileyen bir etmen de, salgın hastalıklardır. Şap, veba, brusella ve tüberküloz hastalıkları halen sorun olmaya devam etmektedir. Yerli hastalıklara ek olarak gebe düve dışalımı yoluyla Türkiye’ye getirilen hastalıklar da söz konusudur. Anılan hastalıklarla savaşım için öncelikli uygulamalar arasında; etkin bir eradikasyon programının yürütülmesi, Veteriner Bilgi Sistemi (Türk-Vet) ile hayvanlarının sağlıklarının kayıtlı ve izlenmesi, kaçak hayvan ve et girişinin önlenmesi, bölgeler arası hayvan hareketlerinin denetim altına alınması konuları sayılabilir. Ancak bu uygulamalar gerçekleştirilirken iki temel konu gözden uzak tutulmamalıdır.Bunlardan birisi hayvanlarda koruyucu hekimliktir. Koruyucu hekimlikte temel işlev, kamuya ait olmalıdır. İkincisi ise koruyucu hekimliğin en önemli aracı olan aşılama ve aşı üretimidir. Bu bağlamda yerli aşı üretimi yeniden canlandırılmalıdır. Hayvanlarda koruyucu hekimlik, insan sağlığını koruma açısından da yaşamsal öneme sahiptir. Bilindiği üzere birçok hastalık, hayvan ve ürünleri (süt, peynir ve et gibi) aracılığıyla insana geçmektedir.

Kaliteli Çiğ Süt Üretimini Nasıl Çözümleyelim?

Türkiye’de üretilen çiğ sütün, gıda güvenliği açısından sorun olduğu, son yıllarda en çok göze çarpan bir söylemdir. Bu durum, daha önce de belirtildiği üzere, AB tarım müzakere sürecinde Türkiye’ye verilecek süt kotasını belirleyici başat bir etmen olarak ortaya sürülmektedir. Türkiye’de üretilen çiğ sütün, bakteri ve somatik hücre sayısı ile antibiyotik kalıntısı gibi standartlar açısından yeterli düzeyde olmadığı ve mutlaka iyileştirilmesi gerekliliği doğrudur. Ancak bu durum, kimilerinin belirttiği gibi süt fabrikalarına pazarlanan sütler dışında kalan sütlerin işe yaramaz ve dökülmesi anlamına gelmemelidir. AB ülkelerinde de üretilen sütlerin tümü, birinci sınıf süt değildir, ikinci ve üçüncü sınıfa giren sütleri vardır ve bunlar değerlendirilmektedir. Kaliteli süt üretimi için öncelikle bilgili makineli sağımın yaygınlaştırılması, işletme ya da köy bazında da soğuk zincirin iyi kurulması ve yaygınlaştırılması gerekmektedir. Bu amaçla işletmeler desteklenmelidir. Diğer önlemler arasında, yetiştiricilerin kaliteli çiğ üretim konusunda eğitilmesi, referans süt kalite denetim laboratuarlarının kurulması ve yaygınlaştırılması, fiyatlandırmanın süt kalite standartlarına göre yapılması gibi konular sayılabilir.

Üretim ve Pazarlama Politikaları Ne Olmalı?

Süt sığırcılığının geliştirilmesinde birbiriyle uyumlu üretim ve pazarlama politikalarının önemli bir payı vardır. Bu politikaların temeli, girdilerin ucuza sağlanması olduğu kadar ürünlerin işlenmesinde de kooperatifleşmeden geçmelidir. Türkiye’de de girilmesi amaçlanan AB ile karşılaştırıldığında tarımsal örgütlenmede tam bir ikilem (paradoks) gözükmektedir. Örneğin, Türkiye’de süt işleme tesislerinin yüzde 95.5 özel sektöre, yüzde 4.1’i ise kooperatiflere aittir. AB’ de ise süt işleme tesislerinin yaklaşık yüzde 50’sini kooperatiflere ait tesisler oluşturur, kimi ülkelerde bu oran yüzde 100’e yaklaşır. Bu durum çiğ süt fiyatlarının belirlenmesinde süt üreticilerinin etkili ve egemen olmasını sağlar.Türkiye’de ise giderek tekelleşen, kimileri de yabancılaşan firmalar tarafından çiğ süt fiyatı belirlenmektedir. AB tarım müzakere sürecine de bakıldığında üreticilerin örgütlenmesi doğrultusunda bir özendirmenin olmaması da dikkat çekici bir konu olarak ortadadır. Müzakerelerde, süt kotasının yanında gözlemlenen ikinci önemli konu, AB açısından veteriner hekimlik konusudur ve AB bu konuda çok duyarlıdır. Ancak bu konudaki duyarlılığın, Türkiye’den daha çok kendi hayvanlarının korunması yaklaşımından kaynaklandığını söylemek daha gerçekçi olacaktır. Üretim politikaları bağlamında kısa dönemde, hayvansal ürünlerin fiyat oluşumunda desteklemelerin yapılması zorunludur. Desteklemeler, AB’nin şimdilerde bırakmak üzere olduğu ortak piyasa düzeni (OPD) işleyişine uygun olarak gerçekleştirilebilir. AB’de 2006’dan itibaren aşamalarla tek çiftlik ödemesine geçilmektedir. Tek çiftlik ödemesi geçmişte çiftçilerin yararlanmış olduğu ödemelerin birçoğunu kapsamasına karşılık üretimden bağımsızdır. Bunun nedeni, üretimin denetlenmesi ve aşağıya çekilmesi isteğidir. Çünkü, AB’de süt ve ürünleri ile et stokları sorun olmaktadır. Türkiye’de son iki yıldır hayvancılığa, ağırlıklı olarak süt sığırcılığına yapılan kimi desteklemeler var. Ancak istikrarsız bir şekilde sürdürüldü. Şöyle özetlenebilir; Desteklemelerde başlangıçta üretim ve örgütlülük temel alınmıştı. 2005 yılında çıkartılan kararname ile yem bitkileri üretimi dahil olmak üzere süt sığırcılığı ile ilgili her türlü konuda desteklemeler getirilmişti. Kararname 2005-2010 yılları arasında 6 yıl süre ile uygulanacaktı. Bununla birlikte son 2007 yılında desteklemelerin planlananın üstünde bir değer göstermesi üzerine, 15 Nisan 2008’de yeni bir kararname çıkarıldı. Üretim eşdeğerli destekler, hayvan başına desteğe dönüştürüldü. Bu şekilde üretim cezalandırıldı, üreten ile üretmeyen arasında fark kalmadı. İnek başına 350 YTL’lik bir destekleme getirildi. Yapılan hesaplamalar, inek başına yapılacak desteğin eskisine göre üçte iki oranında azalacağını gösteriyordu. Çıkan bu kararname süt üreticilerinin büyük bir tepkisini çekti. 28 Nisan 2008 tarihinde İzmir-Tire’de Süt Üreticileri bir miting düzenledi. 15 Nisan 2008 tarihli kararnameden 39 gün sonra, 24 Mayıs 2008 tarihinde yeni bir kararname daha çıkarıldı. Hayvancılıkta yapılacak desteklemeler yine değiştirildi. Çiftçiler, köylüler, girişimciler hangi kararnameye göre yatırım ya da planlama yapacaklarını kestiremiyorlar. Çünkü aynı konuda, üç yıl içinde birbiriyle çelişen üç kararname çıkarıldı.. Ancak var olan desteklemelerden de süt üreticilerinin çoğunu oluşturan küçük ve orta ölçekli işletmelerin sınırlı ölçüde örgütlülük düzeyine göre yararlandığı gözlemlenmektedir. Küçük ve orta ölçekli işletmelerin desteklemelerden yeterince yararlanamaması nedenleri arasında; kayıtlı inek sayısının en az 5 baş olması, soy kütüğü kayıtlarının olmaması, üretilen sütün az olması nedeniyle fabrikalar yerine küçük işleme tesislerine dökmeleri, sağlık koruma olanaklarının yeterli olmaması gibi konular ileri sürülmektedir. Kanımızca desteklemelere bir büyüklük sınırı getirilmelidir. Çok karlı olduğu ya da olacağı ileri sürülen büyük ölçekli işletmelerin desteklenmesinden vazgeçilmelidir. Desteklenecek büyüklük miktarı 100 baş inekle sınırlandırılabilir. Orta ve uzun dönemde ise, desteklemeler hayvancılık işletmelerinin uzmanlaştırılması ve göreli büyütülmesi, mekanizasyon düzeyinin yükseltilmesi doğrultusunda, ancak kooperatifleşme ile birlikte planlanmalıdır. İzlenecek pazarlama politikalarında üzerinde durulması gerekli bir diğer nokta da dışalım ve dışsatım rejimlerinin düzenlenmesinde, iç üretimi olumsuz olacak etkileyecek uygulamalardan kaçınmak olmalıdır.

Nasıl Örgütlenme?

Türkiye, süt sığırcılığının teknik ve ekonomik anlamda örgütlenmesinde çok sayıda örgüt oluşmuştur. Bunlar arasında; Köy Kalkınma ve Diğer Tarımsal Amaçlı Kooperatifler (KÖY-KOOP), Damızlık Sığır Yetiştiricileri Birliği (DSYB), Hayvancılık Kooperatifleri (HAYKOOP) ve Süt Üreticileri Birliği (SÜB)’dir. Anılan bu örgütlerin teknik ve ekonomik etkinlik alanları çatışmakta ve gereksiz sürtüşmeler ortaya çıkmaktadır. Bu örgüt fazlalığını sadeleştirmek ve azaltmak gerekmektedir. Süt sığırcılığı alanında iki örgüt yeterlidir. DSYB, asıl kuruluş gerekçesi olan ıslah programı üzerinde yoğunlaşmalıdır. Ekonomik etkinlikler ise kooperatiflere bırakılmalıdır. Kooperatif örgütlenme, en küçük kuruluş yeri olan köy düzeyine kadar inebilmektedir. Diğer yandan kooperatiflerin çok amaçlı olmasında da yarar vardır. Çünkü bir köyde birden çok tarımsal etkinlik alanı bulunur. Bu konuda AB ülkelerindeki örgütlenme dikkate alınabilir. AB’de yetiştirici birliklerinin temel görevi, hayvan ıslahıdır. Kimi ülkelerde birlikler, kooperatiflere bağlı olarak iş görmektedir.Görüldüğü üzere hayvancılık alanında var olan birden çok örgütün amaç, görev alanları ve yetkileri birbiri ile çatışır duruma gelmiş ya da getirilmiştir. Art niyet yoksa bu durum ivedilikle çözümlenmelidir. Aksi durumda şu soruların cevabı aranmalıdır;•Kırsal kesimde örgütlenmiş kooperatiflerin çok yetersiz olan gücünden bile mi rahatsızlık duyuluyor? Az sayıda, ancak ilerisi için örnek olacak kooperatifler kapatılmak mı isteniyor? Acaba kooperatiflere verilen süt desteği, SÜB’e verilen destek düzeyinde neden olmadı? Süt değerlendirme alanı (fabrika, mandıra gibi) yabancılaştırılmış tekellere mi bırakılmak isteniyor?•Kooperatifler ve DSYB’leri yeterli düzeyde denetim altına alınamadı da, süt üreticileri SÜB’ler aracılığıyla denetim altına mı sokulmak isteniyor? •DSYB’lerinin kendi gücüne dayanarak yapmaya çalıştığı ıslah çalışmaları engellenmek mi isteniyor? Çünkü DSYB’ler gebe düve dışalımına karşı çıkıyor. Bu nedenle mi zayıflatılmak isteniyor?

Süt sığırcılığında sağlıklı örgütlenme, yukarıda değinilen sorulara doğru cevaplar verilerek bulunacaktır.


Sonuç:

AB müzakere süreciyle hızlanan yeni liberal politikalarla, günümüzde süt sığırcılığının gündemi, dış dinamiklerce belirlendiği söylenebilir. Gündem, dev sığırcılık işletmeleri, sözleşmeli süt sığırcılığı projeleri, yabancı sermaye, damızlık hayvan dış alımı ve süt kotası gibi AB’nin belirlediği konulardan oluşmaktadır. Bu bağlamda var olan işletmelerle nitelikli üretim yapılmayacağı da ileri sürülmektedir. Özetle gündemdeki konular AB/ABD çıkarlarına uygun olan yaklaşımlardır. Türkiye süt sığırcılığının ulusal politikalara gereksinimi vardır. Ulusal politikaların oluşturulmasında, Türkiye’de egemen olan küçük ve orta ölçekli tarım işletmelerinin ağırlığı temel belirleyici olmalıdır. Temel belirleyicilik örgütlülük ile sağlanabilir. Bugünkü durumda bu örgütler, yetiştirici birlikleri ve hayvancılık kooperatifleridir. Anılan örgütlerin tarım ekonomisi politikalarındaki ağırlıkları, siyasal iktidarları etkileme gücüyle bağlantılıdır. Ulusal politikalara uygun araştırma-geliştirme çalışmalarında Tarım ve Köyişleri Bakanlığı’na bağlı kurumlar yanında üniversitelerin de önemi vardır. Şimdiki durumda, üretici örgütleri ile üniversiteler arasındaki işbirliği oldukça düşük düzeydedir. İşbirliğinin gerçekleştirilmesi için yasal bir düzenleme getirilebilir. Anılan işbirliği, üreticilerin verimliliğini arttıracaktır. Ancak bu işbirliği, üreticiler kadar üniversitelere de canlılık getirerek, onları hedef kitlelerce bütünleştirecek ve yabancılaşmadan kurtaracaktır.

Türkiye, süt sığırcılığının sorunlarına yönelik çözüm yollarını iç dinamiklerini harekete geçirerek bulabiliriz. Türkiye gündemini gündemdeki konulara ait konuları, iç dinamikler belirleyebilir ve yönlendirebilir. Bunun için bütün ilgi gruplarını bir araya getirecek eşgüdüme gereksinme vardır. Eşgüdüm, bölgesel ve ulusal düzeyde kurulabilir.


Prof. Dr. Mustafa KAYMAKÇI
Ege Üniversitesi Ziraat Fakültesi, Bornova-İzmir