Livadi
14.04.2010, 09:50
Doğal Zenginlik Müzeleri Sulak Alanlar
Yazar : Prof. Dr. Zafer AYVAZ
Gerek ekolojik gerekse ticari değeri yüksek, değişik türden binlerce canlının yaşamasına olanak sağlayan sulak alanlar, tropik ormanlarla birlikte yeryüzünün en fazla biyolojik üretim yapan ekosistemleridir ve başka hiçbir ekosistemle karşılaştırılamayacak işlev ve değerlere sahiptir. Bu özellikleri itibarıyla tüm dünyanın doğal zenginlik müzeleri olarak kabul edilmektedirler. Sulak alanlar başta su kuşları olmak üzere çok zengin yaban hayatını barındırmalarının yanısıra bölgenin su rejimini düzenler, iklimini yumuşatır, tortu ve zehirli maddeleri tutarak suyun kalitesini artırırlar. Balıkçılık, avcılık, sazcılık ve turizm faaliyetleriyle bölge ve ülke ekonomisine katkı sağlarlar.
Ülkemiz, coğrafi konumu, topoğrafik yapısı ve değişik iklim şartlarının oluşturduğu farklı ekolojik karakterdeki sulak alanlarıyla Avrupa ve Ortadoğu’nun en önemli ülkelerinden biridir. Günlük hayatımızda pek çoğumuzun çok fazla önemsemediği, verimsiz ve atıl alanlar olarak nitelediği, hatta uzun yıllar sıtma hastalığının kaynağı olarak görüldüğü için kuruttuğumuz sulak alanlar; doğal dengenin ve biyolojik çeşitliliğin korunmasındaki rollerinin anlaşılmasıyla ve ayrıca balıkçılık, sazcılık, turizm gibi faaliyetlerle ülke ekonomisine sağladığı katkılar nedeniyle tüm dünyada korunması öncelikli alanların başında yer almaya başlamıştır. Ülkemizde özellikle 1950’li yıllarda sıtma hastalığını önleme şeklinde başlayan kurutma çalışmaları, tarım toprağı elde etme amacıyla 1990’lı yılların ortasına kadar devam etmiştir. Ancak, kurutmalar sonucu elde edilen arazilerin pek çoğunda istenilen tarımsal üretime erişilememiş; bir kısım arazilerde çoraklaşma ve turbalıkların yanması gibi istenmeyen durumlarla karşılaşılmıştır. Ayrıca, yörenin su rejiminde meydana gelen bozulmalar ve iklimsel değişimlerin yanısıra birçok canlı türünün neslinin tehlikeye düşmesi veya yok olması gibi telafisi mümkün olmayan sorunlar meydana gelmiştir.
Türkiye farklı ekolojik karakterdeki zengin sulak alan habitatlarına sahip bir ülkedir. Batı Palearktik bölgedeki 4 ana kuş göç yolundan ikisinin Anadolu üzerinden geçmesi ülkemizdeki sulak alanların önemini daha da arttırmaktadır. Her yıl göçleri sırasında milyonlarca göçmen kuş iki kez ülkemiz üzerinden geçmekte ve Anadolu’daki sulak alanları kullanmaktadır. Yine yüzbinlerce su kuşu düzenli olarak ülkemiz sulak alanlarında kışlamakta ve kuluçkaya yatmaktadır. Türkiye pek çok kuş türünün neslini devam ettirebilmesi için anahtar ülke konumundadır. Bu nedenle Türkiye’deki sulak alanların korunması herhangi bir ülkedekinden daha fazla önem taşımaktadır.
Ramsar Sözleşmesi
2 Şubat 1971’ de Iran’ın Ramsar kentinde imzaya açılan "Özellikle Su Kuşları Yaşama Ortamı Olarak Uluslararası Öneme Sahip Sulak Alanların Korunması Sözleşmesi", bilinen adıyla “Ramsar Sözleşmesi”, doğa koruma konusunda düzenlenmiş ilk uluslararası sözleşmedir. Türkiye, Ramsar Sözleşmesi’ne Çevre Bakanlığı’nın kurulmasını takiben başlattığı girişimler sonucu 1994 yılında taraf olmuştur. Ramsar Sözleşmesi Taraflar Konferansında kabul edilen su kuşları ve balık kriterlerine göre yapılan değerlendirmeler sonucu ülkemizde 71 adet uluslararası öneme sahip sulak alan tespit edilmiştir. Ülkemiz, Seyfe Gölü, Sultan Sazlığı, Göksu Deltası, Kuş (Manyas) Gölü ve Burdur Gölünü 1994 yılında; Gediz Deltası, Kızılırmak Deltası, Akyatan Gölü ve Uluabat Gölünü ise 1998 yılında Ramsar Sözleşmesi Listesine dahil ettirmiştir. Türkiye, sözleşmeye taraf olduktan sonra sulak alanların drenajını öngören projeleri programından çıkarmış, ayrıca ekolojik karakterini olumsuz etkileyecek birçok projeyi de revize etmiştir.
Sulak Alanlarımız Ne
Durumda?
Geçmişte uygulanan projeler nedeni ile Ramsar Alanları da dahil olmak üzere pek çok sulak alanda hala problemler yaşanmaktadır. Örneğin sulak alanları besleyen akarsuların barajlarda tutulması, yönlerinin değiştirilmesi veya sistemden su alınması, tarım ve sanayiden kaynaklanan kirlenmeler nedeni ile su kalitesinin bozulması, sediment taşınması, yabancı türlerin sisteme bırakılması, saz yakılması ve kontrolsüz saz kesimi gibi nedenlerle büyük problemler yaşanmaktadır. Bu problemlerin yanı sıra, henüz çok az sayıda alanda yönetim planının hazırlanabilmiş olması, alanları yerinden yönetebilecek mekanizmaların bulunmayışı, kurum ve kuruluşlar arasında iletişim ve işbirliğinin yeterli düzeyde sağlanamaması gibi nedenler koruma çalışmalarında başarıyı engelleyen faktörler arasındadır. 30 Ocak.2002 tarihinde yürürlüğe konan Sulak Alanların Korunması Yönetmeliği, bu konuda uzun yıllar sıkıntısı çekilen hukuki boşluğu büyük ölçüde doldurmuştur. Özellikle yönetmelikle kurulan "Ulusal Sulak Alan Komisyonu" kurumlar arasında iletişim ve işbirliğinin geliştirilmesi bakımından önemli bir mekanizma olmuştur. 8. Taraflar Konferansı’nda kabul edilen, Ramsar 2003-2008 Strateji Planı da dikkate alınarak ilgili kamu kurum ve kuruluş uzmanlarının katılımı ile hazırlanan "Türkiye’nin 2003-2008 Ulusal Sulak Alan Strateji Planı" son derece önemli bir çalışma olup, sulak alanların korunması ve akılcı kullanımında tüm kurum ve kuruluşlar için rehber olacaktır.
Yazar : Prof. Dr. Zafer AYVAZ
Gerek ekolojik gerekse ticari değeri yüksek, değişik türden binlerce canlının yaşamasına olanak sağlayan sulak alanlar, tropik ormanlarla birlikte yeryüzünün en fazla biyolojik üretim yapan ekosistemleridir ve başka hiçbir ekosistemle karşılaştırılamayacak işlev ve değerlere sahiptir. Bu özellikleri itibarıyla tüm dünyanın doğal zenginlik müzeleri olarak kabul edilmektedirler. Sulak alanlar başta su kuşları olmak üzere çok zengin yaban hayatını barındırmalarının yanısıra bölgenin su rejimini düzenler, iklimini yumuşatır, tortu ve zehirli maddeleri tutarak suyun kalitesini artırırlar. Balıkçılık, avcılık, sazcılık ve turizm faaliyetleriyle bölge ve ülke ekonomisine katkı sağlarlar.
Ülkemiz, coğrafi konumu, topoğrafik yapısı ve değişik iklim şartlarının oluşturduğu farklı ekolojik karakterdeki sulak alanlarıyla Avrupa ve Ortadoğu’nun en önemli ülkelerinden biridir. Günlük hayatımızda pek çoğumuzun çok fazla önemsemediği, verimsiz ve atıl alanlar olarak nitelediği, hatta uzun yıllar sıtma hastalığının kaynağı olarak görüldüğü için kuruttuğumuz sulak alanlar; doğal dengenin ve biyolojik çeşitliliğin korunmasındaki rollerinin anlaşılmasıyla ve ayrıca balıkçılık, sazcılık, turizm gibi faaliyetlerle ülke ekonomisine sağladığı katkılar nedeniyle tüm dünyada korunması öncelikli alanların başında yer almaya başlamıştır. Ülkemizde özellikle 1950’li yıllarda sıtma hastalığını önleme şeklinde başlayan kurutma çalışmaları, tarım toprağı elde etme amacıyla 1990’lı yılların ortasına kadar devam etmiştir. Ancak, kurutmalar sonucu elde edilen arazilerin pek çoğunda istenilen tarımsal üretime erişilememiş; bir kısım arazilerde çoraklaşma ve turbalıkların yanması gibi istenmeyen durumlarla karşılaşılmıştır. Ayrıca, yörenin su rejiminde meydana gelen bozulmalar ve iklimsel değişimlerin yanısıra birçok canlı türünün neslinin tehlikeye düşmesi veya yok olması gibi telafisi mümkün olmayan sorunlar meydana gelmiştir.
Türkiye farklı ekolojik karakterdeki zengin sulak alan habitatlarına sahip bir ülkedir. Batı Palearktik bölgedeki 4 ana kuş göç yolundan ikisinin Anadolu üzerinden geçmesi ülkemizdeki sulak alanların önemini daha da arttırmaktadır. Her yıl göçleri sırasında milyonlarca göçmen kuş iki kez ülkemiz üzerinden geçmekte ve Anadolu’daki sulak alanları kullanmaktadır. Yine yüzbinlerce su kuşu düzenli olarak ülkemiz sulak alanlarında kışlamakta ve kuluçkaya yatmaktadır. Türkiye pek çok kuş türünün neslini devam ettirebilmesi için anahtar ülke konumundadır. Bu nedenle Türkiye’deki sulak alanların korunması herhangi bir ülkedekinden daha fazla önem taşımaktadır.
Ramsar Sözleşmesi
2 Şubat 1971’ de Iran’ın Ramsar kentinde imzaya açılan "Özellikle Su Kuşları Yaşama Ortamı Olarak Uluslararası Öneme Sahip Sulak Alanların Korunması Sözleşmesi", bilinen adıyla “Ramsar Sözleşmesi”, doğa koruma konusunda düzenlenmiş ilk uluslararası sözleşmedir. Türkiye, Ramsar Sözleşmesi’ne Çevre Bakanlığı’nın kurulmasını takiben başlattığı girişimler sonucu 1994 yılında taraf olmuştur. Ramsar Sözleşmesi Taraflar Konferansında kabul edilen su kuşları ve balık kriterlerine göre yapılan değerlendirmeler sonucu ülkemizde 71 adet uluslararası öneme sahip sulak alan tespit edilmiştir. Ülkemiz, Seyfe Gölü, Sultan Sazlığı, Göksu Deltası, Kuş (Manyas) Gölü ve Burdur Gölünü 1994 yılında; Gediz Deltası, Kızılırmak Deltası, Akyatan Gölü ve Uluabat Gölünü ise 1998 yılında Ramsar Sözleşmesi Listesine dahil ettirmiştir. Türkiye, sözleşmeye taraf olduktan sonra sulak alanların drenajını öngören projeleri programından çıkarmış, ayrıca ekolojik karakterini olumsuz etkileyecek birçok projeyi de revize etmiştir.
Sulak Alanlarımız Ne
Durumda?
Geçmişte uygulanan projeler nedeni ile Ramsar Alanları da dahil olmak üzere pek çok sulak alanda hala problemler yaşanmaktadır. Örneğin sulak alanları besleyen akarsuların barajlarda tutulması, yönlerinin değiştirilmesi veya sistemden su alınması, tarım ve sanayiden kaynaklanan kirlenmeler nedeni ile su kalitesinin bozulması, sediment taşınması, yabancı türlerin sisteme bırakılması, saz yakılması ve kontrolsüz saz kesimi gibi nedenlerle büyük problemler yaşanmaktadır. Bu problemlerin yanı sıra, henüz çok az sayıda alanda yönetim planının hazırlanabilmiş olması, alanları yerinden yönetebilecek mekanizmaların bulunmayışı, kurum ve kuruluşlar arasında iletişim ve işbirliğinin yeterli düzeyde sağlanamaması gibi nedenler koruma çalışmalarında başarıyı engelleyen faktörler arasındadır. 30 Ocak.2002 tarihinde yürürlüğe konan Sulak Alanların Korunması Yönetmeliği, bu konuda uzun yıllar sıkıntısı çekilen hukuki boşluğu büyük ölçüde doldurmuştur. Özellikle yönetmelikle kurulan "Ulusal Sulak Alan Komisyonu" kurumlar arasında iletişim ve işbirliğinin geliştirilmesi bakımından önemli bir mekanizma olmuştur. 8. Taraflar Konferansı’nda kabul edilen, Ramsar 2003-2008 Strateji Planı da dikkate alınarak ilgili kamu kurum ve kuruluş uzmanlarının katılımı ile hazırlanan "Türkiye’nin 2003-2008 Ulusal Sulak Alan Strateji Planı" son derece önemli bir çalışma olup, sulak alanların korunması ve akılcı kullanımında tüm kurum ve kuruluşlar için rehber olacaktır.