PDA

Orijinalini görmek için tıklayınız : Organik Tarım: Dünyada Durum,Türkiyede Sorun


Livadi
06.04.2010, 19:26
Günümüzde tarım artık sadece çiftçilik, gıda bir tek beslenme anlamına gelmiyor. Tarım kesimi kamu politikaları açısından giderek daha büyük bir önem kazanmakta. Tüketicilerin gıda güvencesi ve kalitesi beklentisi de durmaksızın artış gösteriyor. Bu tablo karşısında tarım politikalarında yeni arayışlar kaçınılmaz. İşte bu arayışların meyvelerinden bir tanesi, belki de en önemlisi organik tarım.

“Organik” sözcüğü tüketicinin zihninde doğallık ve sağlık çağrışımı yapıyor. Organik tarım ya da diğer adıyla ekolojik tarım ise bunun ötesine geçen bir anlama sahip.

Uluslararası Organik Tarım Hareketleri Federasyonu IFOAM’a göre organik tarım toprak, ekosistem ve insan sağlığını muhafaza eden bir üretim sistemi. Olumsuz etkileri görülen girdiler yerine ekolojik süreçler, biyoçeşitlilik ve yerel koşullara uygun üretim döngülerine dayanıyor. Gelenek ve bilimi çevreyi koruyacak, adil üretim ilişkilerini teşvik edecek ve herkesin yaşam kalitesini arttıracak şekilde birleştirmeyi hedefliyor.

Görüldüğü üzere sadece çiftçilikten değil, bir değer sisteminden bahsediyoruz. Modern organik tarım hareketinin kökeni, tarımda sentetik gübre kullanımı ve mekanikleşmenin yaygınlaştığı 20 Yüzyılın ilk yarısına dayanıyor. Gelişmelerden endişe duyan öncü biliminsanları geleneksel tarım yöntemleri üzerine incelemeler yapmaya başlıyor. Ardından tarla denemeleri geliyor. Bir bakıma gelenek yeniden keşfediliyor.

Organik tarım 1970’li yıllara kadar gölgede kalıyor. Derken yeni toplumsal hareketlerin, özellikle çevreciliğin yükselişe geçmesiyle birlikte organik üretime ve ürünlere yönelik büyük bir ilgi doğuyor. 1980’ler organik üretimin farklı ülkelere – ve bu arada Türkiye’ye – yayıldığı, 1990’lar ise organik ürünlere olan talebin patladığı yıllar. O günden bu yana yüksek büyüme potansiyelinden hiçbir şey kaybetmeyen organik tarım piyasası günümüzde 50 milyar Dolarlık bir büyüklüğe ulaşmış durumda.

Aslına bakarsanız organik tarımın dünya tarımı içindeki payı marjinal olmanın ötesine geçmiyor. Dünya genelinde 30-35 milyon hektarlık bir arazide organik üretim yapılıyor. Bu rakam toplam tarımsal arazilerin yüzde birinden az.

Buna karşılık organik tarımın yarattığı katma değer büyük. Organik ürünlere olan talebin % 97’si Kuzey Amerika ve Avrupa’dan, yani dünyanın satınalma gücü en yüksek bölgelerinden geliyor. Konvansiyonel alternatifler yerine organik ürünleri tercih eden tüketiciler, bunların daha üstün nitelikleri olduğunu düşünüyor. Dolayısıyla organik ürünler için belirli bir kalite primini ödemeyi göze alıyor. Bu sayede organik üretime geçen tarımsal işletmelerde verimliliğin düşmesine rağmen ciddi bir gelir artışı yaşanıyor.

Ancak organik ürünlere olan talep esnek. Konvansiyonel ürünlerle fiyat makasının fazla açılması talebin azalması anlamına geliyor. Bu nedenle organik sektöründe pazarlama büyük önem taşıyor.

Organik tarımın çiftçilerin gelirini yükseltmenin yanı sıra birçok faydası daha var. Her şeyden önce organik üretim daha çok işgücü gerektiriyor. Böylelikle tarımsal istihdam artıyor, organik tarımın yaygınlaştığı bölgelerde işsizlik sorunu bir nebze olsun hafifliyor. Kırsal turizm ve ekoturizm imkanları da gündeme geliyor. Kısacası organik tarım kırsal kalkınmaya ve iç göç gibi sosyoekonomik sorunların çözümüne katkı sağlıyor.

Bütün bunlar piyasa mekanizması çerçevesinde olanlar. Organik tarımın bir de parayla ölçülemeyen faydaları var. Çevrenin korunması, biyoçeşitliliğin ve kırsal peyzajın muhafaza edilmesi gibi. Yapılan çalışmalar konvansiyonel tarımdan organiğe geçisin iklim değişikliği gibi küresel sorunlar üzerinde bile olumlu etkisi olduğunu gösteriyor.

Gelelim ülkemizdeki duruma. Türkiye’de organik üretim 1985 yılında, Avrupa’ya ihracat amacıyla özel bir firma tarafından başlatılıyor. İlk başta geleneksel ihraç ürünlerinde ve sözleşmeli tarım uygulaması aracılığıyla. Günümüzde ise 15.000 tarımsal işletme 165.000 hektarlık arazi üzerinde, 250 farklı üründe organik üretim gerçekleştiriyor. Ege Bölgesi üretimde en başta geliyor. Ürünler arasında ise organik pamuk.

Buna karşılık Türkiye’nin dünya organik tarım piyasasından aldığı pay oldukça düşük. Resmi rakamlara göre ihracat yaklaşık 30 milyon Dolar. Tahminler iç tüketimin 5 milyon Dolar seviyesinde olduğu yönünde. Rakamları üst üste koyduğumuzda dünya piyasasının yüzde biri bile etmiyor. Oysa Avrupa’ya yakın olması ve iklimsel çeşitliliği gibi coğrafi özellikleri dikkate alındığında Türkiye hem ticari hem de zirai açıdan organik tarım için ideal bir ülke.

Peki, sorun ne? İç tüketim açısından bakacak olursak ülkemizin kişi başına düşen gelir seviyesinin güçlü bir talep yaratmaya yetmeyeceği ortada. Son zamanlarda sayısı artan organik semt pazarları tüketicinin organik ürünlere daha ekonomik olarak erişmesi açısından faydalı olsa da bu durum değişecek gibi gözükmüyor.

Dolayısıyla ülkemizin esas olarak ihracata yönelmesi gerekiyor. Burada mevzuat ve sertifikasyon altyapısı açısından bir sorunumuz yok. 2004 yılında kabul edilen organik tarım mevzuatının getirdiği, Avrupa Birliği’ne denk denetim kuralları ile organik ihracatı hacim olarak azalmış, buna karşılık ihracattan elde edilen ortalama birim kazanç artmış durumda. Organik üretim yapan çiftçilere yönelik teşvikler de yerli yerinde.

Esas eksikliğimiz pazarlama ve üretim organizasyonunda gözüküyor. Ama üretim ve pazarlamada değil! Zira organik tarımda pazarlama fonksiyonunun üretime göre mutlak bir önceliği var. Özellikle iç piyasada görülen bir sorun organik kurallara göre üretilen, hatta Tarım ve Köyişleri Bakanlığı’ndan teşvik alan ürünlerin alıcı bulamayıp alelade konvansiyonel ürünler olarak satılmak durumunda kalması.

Niş ürünleri bir yana bırakacak olursak organik tarım ihracatında yüksek performans sağlamanın yolu uzun dönemli ve büyük ölçekli satış anlaşmaları yapılmasından, Batılı tedarik zincirlerine girilmesinden geçiyor. Sözleşmeli tarım uygulaması ile organik üretimin geniş ölçekte yaygınlaştırılması, bu amaçla çiftçilere gerekli eğitim ve geçiş süreci desteğinin sağlanması ancak böyle anlaşmalar kapsamında mümkün olabilir.

Üstelik bu modelin faydalarını görmek için uzaklara bakmaya gerek yok. İstanbul Halk Ekmek tarafından 2006 yılından beri yürütülmekte olan Alım Garantili Organik Tarım ve Organik Ekmek Üretim Projesi ideal bir örnek olarak önümüzde duruyor. Bu proje sayesinde Doğu Anadolu Bölgesi’nde 11 farklı ilde toplam 1500 çiftçi organik üretime geçmiş, bölgede kısa süre içerisinde Halk Ekmek’ten bağımsız bir organik buğday piyasası oluşmuş durumda.

İhracata yönelik üretimde benzer başarıların sağlanmasının yolu en azından ilk aşamada çokuluslu şirketlerle işbirliğine gidilmesi, Türk tarımına yabancı sermayenin çekilmesinden geçiyor. Organik tarıma yönelik teşviklerin çiftçilere değil, bu tür projelere yönlendirilmesi cesaret gerektiren, ancak etkili bir çözüm olabilir. Nasılsa sonunda kazanan yine çiftçiler olacak. Daha doğrusu hem çiftçiler hem de Türkiye olacak.