Mr.Muhendis
27.01.2010, 22:51
Türkiye’deki süt sığırcılığının güncel sorunları ve son çıkarılan destekleme kararnamesi yetiştiricileri olduğu kadar hayvancılıktan geçimini sağlayan veteriner hekimleri de gelecek adına endişelendirmektedir. Gerçekten de ,bir yandan küresel ısınma nedeniyle artan kesif yem fiyatları bir yandan da özellikle son üç ay içerisinde süt fiyatlarında yaşanan düşüşler süt sığırcılığını önemsenecek derecede büyük bir krize sürüklemektedir. Ayrıca kaçak yada ithalat yoluyla dişi damızlık girişi ve süt tozu ithalatı da işin tuzu biberi olmuştur. Bakanlar Kurulu’nun son çıkardığı destek kararnamesi hakkında tarihte ilk kez sektörün tüm paydaşları bir olup olumsuz görüş bildirdiğine göre gerçekten de hatalı bir iş yapıldığı anlaşılmaktadır.Ben uygulamada çalışmadığım için desteklemeler konusunda ahkam kesmek istemiyorum.Sadece şunu söyleyebilirim ki alınan karar siyasidir ve işin doğrusu meslek örgütlerimizin, üretici birliklerinin ve parlamentodaki sektör milletvekillerinin bu konuda ortak bir çaba içerisine girerek kararnamenin iptali yolunda girişimlerde bulunmalarıdır.
Ben okuduğunuz yazımda bu krizin nedenlerini ve krizden çıkılması adına neler yapılabileceğini açıklamaya çalışacağım. Her şeyden önce belirtmeliyim ki, süt sığırcılığının bugün içine düşürüldüğü kriz ne ilktir ne de sonuncu olacaktır. Mesleğe adım attığım 1970 yılından beri artık sayısını unuttuğum kadar çok krizin süt sığırcılığını etkilediğine, hatta günde 20-30 litre süt veren ineklerin bile kasaba gittiğine tanık olmuşumdur. Kuşkusuz bu krizler kendiliğinden oluşmamakta, temelde bizim de meslek olarak öz eleştiri yapmamızı gerektirecek çok sayıda nedenler bulunmaktadır.
Kanımca bu krizlerin en başta gelen nedenlerinden birisi Türkiye’deki süt sığırcılığının, örneğin benim izlediğim kırk yıldan beri büyük çoğunluğu ile” aile içi tüketime dönük üretim yapan ilkel yapıdan pazar için üretim yapan modern aile işletmeciliği modeline bir türlü evrilememesidir”. Böylesi bir yapı hiç kuşkusuz meslektaşlarımızın yıllardır büyük özverilerle sunmaya çalıştığı veteriner hekimliği hizmetlerinin etkin ve yaygın bir biçimde yetiştiriciye ulaşmasını da engellemektedir. Oysa, çok iyi bilmekteyiz ki, yaşamın tüm alanlarında olduğu gibi hayvancılık alanında da son yıllarda yeni paradigmalar(değişim olguları) ortaya çıkmakta, artık nano-biyoteknolojik yöntemler bile hayvancılık alanında sıkça kullanılmaktadır.
Süt sığırcılığında krize yol açan olası nedenlerden bir diğeri de “Karlılığı ve verimliliği önceleyen bir anlayışın uzun yıllardan beri süt sığırcılığına egemen olmayışıdır”. Bu sava kanıt olarak ineklerin hala ilkel ve kapalı ahırlarda barındırılmasını, mevcut boğa altı inek-düve varlığının yarısının bile hala kültür ırkına dönüşememesini, yıllık tohumlanan inek-düve sayısının toplam boğa altı inek sayısının üçte birini bile bulmamasını, üretilen sütün çiğ yani katma değeri düşük olarak pazarlanmasını, yetiştiricilerin eğitimsizliğini, yeni teknolojilerin ve otomasyon sistemlerinin bir türlü hayata geçirilmeyişini , kaba yem üretiminin yetersizliğini sayabiliriz.
Son olarak ta , süt sığırcılığının günümüzdeki önemli sorunlarından ve sıkça yaşanan krizlerin nedenlerinden biri olan “ örgütsüzlüğe “ değinmek istiyorum. Her ne kadar yeni yürürlüğe giren üretici birlikleri yasası ile süt sığırcılığında örgütlenme süreci hızlanmışsa da ne yazık ki çabaların henüz yeterli düzeye ulaştığı söylenemez. Süt sığırcılığındaki örgütsüzlük olgusu hem girdilerin pahalı alınıp çiğ sütün ucuza satılmasına hem de son destek kararnamesi örneğinde olduğu gibi tepkilerin cılız kalmasına neden olmaktadır. Oysa hayvancılığı gelişmiş kimi batı ülkelerinde yetiştirici örgütleri sivil bir güç olarak hükümetlerin üzerinde önemli bir baskı unsuru oluşturabilmektedir.
Bu kez her zamankinden değişik bir yöntem izleyerek süt sığırcılığındaki sorunların çözümünü ve krizden kurtulmanın olası yollarını yine ülkemizin bir olgusu olan tavukçuluktan örnekler vererek sunmaya çalışacağım. Benim mesleğe yeni başladığım 1970 yılında Türkiye’de aynen süt sığırcılığında olduğu gibi birkaç yerel ırktan oluşan köy tavukçuluğu hakimdi ve henüz entegre üretim işletmeleri kurulmadığı için de tavukçuluk ilkel yöntemlerle yapılıyordu. Ankara’da 1960’lı yıllarda kurulan Tavukçuluk Enstitüsü ilk kez Türkiye’ye getirilen yabancı genetik hatlarını deniyor ve halk tavukçuluğuna uyarlamaya çalışıyordu. Oysa bugün Türkiye’deki tavukçuluk sektörü küçük-orta ölçekli aile işletmeleri ve büyük entegre tesisleri ile insanımızın gereksinimini karşıladığı gibi yurt dışına ihracat bile yapmaktadır. Bu gelişmenin kanımca en önemli nedeni süt sığırcılığında henüz yaşanmayan aile içi üretime dönük ilkel köy tavukçuluğundan sadece pazara dönük üretim yapan işletme temelli tavukçuluğa dönüşümdür. Bu sağlam yapı tavukçuluğun, süt sığırcılığının aksine olarak çeşitli nedenlerle ortaya çıkan krizlerden kolaylıkla sıyrılmasını da sağlamaktadır. Bugün tavukçulukta ,süt sığırcılığında da olması arzu edilen sözleşmeli yetiştiricilik modeli ile entegre tesisler ve küçük ölçekli işletmeler arasındaki haksız rekabet önlenmekte; Mudurnu, Başmakçı gibi tavukçuluk havzaları yada organize tavukçuluk bölgelerindeki kooperatiflerde fiyatlar serbestçe oluşmaktadır. Tavukçular bir araya gelerek platformlar oluşturmakta; kooperatifler, sektör (Besd-Bir) ve bilim dernekleri (Bilimsel Tavukçuluk Derneği,Veteriner Tavukçuluk Derneği) kurarak sıkça yaşanan kriz durumlarında gazete ilanları, reklam filmleri gibi medya araçları ile kamu oyunu ve yetkilileri bilinçlendirilmeye çalışılmaktadırlar. Ayrıca yine anılan kuruluşlar entegre işletmelerin de desteği ile sıkça düzenledikleri ulusal ve uluslar arası kongrelerle tavukçuluktaki yeni gelişmeleri ve teknolojileri yetiştiricilere tanıtmakta, çıkardıkları dergi ve broşürler ile eğitilmelerine katkıda bulunmaktadırlar.
Şimdi belki de kimi meslektaşlar “hoca süt sığırcılığından girdi tavukçuluktan çıktı,bu nasıl iş,ne ilgisi var” diyebilirler. Ben eskilerin bildiği “olmayana ergi” yöntemi ile konuyu irdelemeye ve ikisi de ülkemizin bir olgusu olan, aynı mevzuata göre kendi insanımız tarafından yapılan iki ayrı yetiştiricilik kolunun startta aynı koşullarda başladığı halde finalde birinin nasıl ilerleyip ötekinin geri kaldığını kendimce açıklamaya çalıştım.
İnsan ister istemez keşke süt sığırcılığı da tavukçuluk gibi sadece pazara üretim yapan işletmelerde yapılsa; kurulacak entegre tesisler küçük yetiştiricileri sözleşmeli üretim yaptırarak desteklese; süt sığırcılığı işletmeleri uygun havzalarda toplansa; hayvancılığı gelişmiş ülkelerde olduğu gibi boğa altı ineklerin büyük çoğunluğu kültür ırkı olsa ve genetik yapısı üstün spermalarla tohumlansa; demokratik kooperatifler yada birlikler çatısı altında toplanan süt sığırı yetiştiricileri girdi-ürün fiyatı dengesizliğini kolayca çözüp gerektiğinde hükümetler üzerinde baskı oluştursalar, kuracakları bilim dernekleri ile ulusal ve uluslar arası kongreler düzenleyip yeni teknolojileri üyelerine tanıtsalar, çıkaracakları dergilerle üyelerini eğitseler; hükümetler de hayvan yetiştiricilerini ve onlara özveri ile destek sunan veteriner hekimleri mağdur etmese, haklarını gasbetmese ne güzel olur diye düşünüyor.
Prof. Dr. Hazım Gökçen
Ben okuduğunuz yazımda bu krizin nedenlerini ve krizden çıkılması adına neler yapılabileceğini açıklamaya çalışacağım. Her şeyden önce belirtmeliyim ki, süt sığırcılığının bugün içine düşürüldüğü kriz ne ilktir ne de sonuncu olacaktır. Mesleğe adım attığım 1970 yılından beri artık sayısını unuttuğum kadar çok krizin süt sığırcılığını etkilediğine, hatta günde 20-30 litre süt veren ineklerin bile kasaba gittiğine tanık olmuşumdur. Kuşkusuz bu krizler kendiliğinden oluşmamakta, temelde bizim de meslek olarak öz eleştiri yapmamızı gerektirecek çok sayıda nedenler bulunmaktadır.
Kanımca bu krizlerin en başta gelen nedenlerinden birisi Türkiye’deki süt sığırcılığının, örneğin benim izlediğim kırk yıldan beri büyük çoğunluğu ile” aile içi tüketime dönük üretim yapan ilkel yapıdan pazar için üretim yapan modern aile işletmeciliği modeline bir türlü evrilememesidir”. Böylesi bir yapı hiç kuşkusuz meslektaşlarımızın yıllardır büyük özverilerle sunmaya çalıştığı veteriner hekimliği hizmetlerinin etkin ve yaygın bir biçimde yetiştiriciye ulaşmasını da engellemektedir. Oysa, çok iyi bilmekteyiz ki, yaşamın tüm alanlarında olduğu gibi hayvancılık alanında da son yıllarda yeni paradigmalar(değişim olguları) ortaya çıkmakta, artık nano-biyoteknolojik yöntemler bile hayvancılık alanında sıkça kullanılmaktadır.
Süt sığırcılığında krize yol açan olası nedenlerden bir diğeri de “Karlılığı ve verimliliği önceleyen bir anlayışın uzun yıllardan beri süt sığırcılığına egemen olmayışıdır”. Bu sava kanıt olarak ineklerin hala ilkel ve kapalı ahırlarda barındırılmasını, mevcut boğa altı inek-düve varlığının yarısının bile hala kültür ırkına dönüşememesini, yıllık tohumlanan inek-düve sayısının toplam boğa altı inek sayısının üçte birini bile bulmamasını, üretilen sütün çiğ yani katma değeri düşük olarak pazarlanmasını, yetiştiricilerin eğitimsizliğini, yeni teknolojilerin ve otomasyon sistemlerinin bir türlü hayata geçirilmeyişini , kaba yem üretiminin yetersizliğini sayabiliriz.
Son olarak ta , süt sığırcılığının günümüzdeki önemli sorunlarından ve sıkça yaşanan krizlerin nedenlerinden biri olan “ örgütsüzlüğe “ değinmek istiyorum. Her ne kadar yeni yürürlüğe giren üretici birlikleri yasası ile süt sığırcılığında örgütlenme süreci hızlanmışsa da ne yazık ki çabaların henüz yeterli düzeye ulaştığı söylenemez. Süt sığırcılığındaki örgütsüzlük olgusu hem girdilerin pahalı alınıp çiğ sütün ucuza satılmasına hem de son destek kararnamesi örneğinde olduğu gibi tepkilerin cılız kalmasına neden olmaktadır. Oysa hayvancılığı gelişmiş kimi batı ülkelerinde yetiştirici örgütleri sivil bir güç olarak hükümetlerin üzerinde önemli bir baskı unsuru oluşturabilmektedir.
Bu kez her zamankinden değişik bir yöntem izleyerek süt sığırcılığındaki sorunların çözümünü ve krizden kurtulmanın olası yollarını yine ülkemizin bir olgusu olan tavukçuluktan örnekler vererek sunmaya çalışacağım. Benim mesleğe yeni başladığım 1970 yılında Türkiye’de aynen süt sığırcılığında olduğu gibi birkaç yerel ırktan oluşan köy tavukçuluğu hakimdi ve henüz entegre üretim işletmeleri kurulmadığı için de tavukçuluk ilkel yöntemlerle yapılıyordu. Ankara’da 1960’lı yıllarda kurulan Tavukçuluk Enstitüsü ilk kez Türkiye’ye getirilen yabancı genetik hatlarını deniyor ve halk tavukçuluğuna uyarlamaya çalışıyordu. Oysa bugün Türkiye’deki tavukçuluk sektörü küçük-orta ölçekli aile işletmeleri ve büyük entegre tesisleri ile insanımızın gereksinimini karşıladığı gibi yurt dışına ihracat bile yapmaktadır. Bu gelişmenin kanımca en önemli nedeni süt sığırcılığında henüz yaşanmayan aile içi üretime dönük ilkel köy tavukçuluğundan sadece pazara dönük üretim yapan işletme temelli tavukçuluğa dönüşümdür. Bu sağlam yapı tavukçuluğun, süt sığırcılığının aksine olarak çeşitli nedenlerle ortaya çıkan krizlerden kolaylıkla sıyrılmasını da sağlamaktadır. Bugün tavukçulukta ,süt sığırcılığında da olması arzu edilen sözleşmeli yetiştiricilik modeli ile entegre tesisler ve küçük ölçekli işletmeler arasındaki haksız rekabet önlenmekte; Mudurnu, Başmakçı gibi tavukçuluk havzaları yada organize tavukçuluk bölgelerindeki kooperatiflerde fiyatlar serbestçe oluşmaktadır. Tavukçular bir araya gelerek platformlar oluşturmakta; kooperatifler, sektör (Besd-Bir) ve bilim dernekleri (Bilimsel Tavukçuluk Derneği,Veteriner Tavukçuluk Derneği) kurarak sıkça yaşanan kriz durumlarında gazete ilanları, reklam filmleri gibi medya araçları ile kamu oyunu ve yetkilileri bilinçlendirilmeye çalışılmaktadırlar. Ayrıca yine anılan kuruluşlar entegre işletmelerin de desteği ile sıkça düzenledikleri ulusal ve uluslar arası kongrelerle tavukçuluktaki yeni gelişmeleri ve teknolojileri yetiştiricilere tanıtmakta, çıkardıkları dergi ve broşürler ile eğitilmelerine katkıda bulunmaktadırlar.
Şimdi belki de kimi meslektaşlar “hoca süt sığırcılığından girdi tavukçuluktan çıktı,bu nasıl iş,ne ilgisi var” diyebilirler. Ben eskilerin bildiği “olmayana ergi” yöntemi ile konuyu irdelemeye ve ikisi de ülkemizin bir olgusu olan, aynı mevzuata göre kendi insanımız tarafından yapılan iki ayrı yetiştiricilik kolunun startta aynı koşullarda başladığı halde finalde birinin nasıl ilerleyip ötekinin geri kaldığını kendimce açıklamaya çalıştım.
İnsan ister istemez keşke süt sığırcılığı da tavukçuluk gibi sadece pazara üretim yapan işletmelerde yapılsa; kurulacak entegre tesisler küçük yetiştiricileri sözleşmeli üretim yaptırarak desteklese; süt sığırcılığı işletmeleri uygun havzalarda toplansa; hayvancılığı gelişmiş ülkelerde olduğu gibi boğa altı ineklerin büyük çoğunluğu kültür ırkı olsa ve genetik yapısı üstün spermalarla tohumlansa; demokratik kooperatifler yada birlikler çatısı altında toplanan süt sığırı yetiştiricileri girdi-ürün fiyatı dengesizliğini kolayca çözüp gerektiğinde hükümetler üzerinde baskı oluştursalar, kuracakları bilim dernekleri ile ulusal ve uluslar arası kongreler düzenleyip yeni teknolojileri üyelerine tanıtsalar, çıkaracakları dergilerle üyelerini eğitseler; hükümetler de hayvan yetiştiricilerini ve onlara özveri ile destek sunan veteriner hekimleri mağdur etmese, haklarını gasbetmese ne güzel olur diye düşünüyor.
Prof. Dr. Hazım Gökçen