Epsody
26.12.2012, 10:06
Toprağın Çalışkan Çiftçileri.
Küçük büyük milyarlarca canlıyı içinde barındıran, birbirinden güzel rızıklarıyla adeta muhteşem bir misafirhane olan toprakta, insanı hayrete düşürecek kadar sistemli ve düzenli bir yaşam hüküm sürmektedir. Gerçekten de birbirinden çok farklı yaratılışa ve yaşam tarzına sahip bu kadar çok canlının hiç bir kargaşa olmadan bir arada yaşaması, doğadaki dengenin delilidir.
Bilim adamları doğadaki yaşam üzerinde yaptıkları uzun araştırmalar sonucunda, bu mükemmel sistemin devam edebilmesi için olağanüstü bu dengenin milyarlarca detayın içinde varedilmiş olduğunu ortaya çıkardılar. Bu detayların oluşturduğu uçsuz bucaksız zincirin her halkası çözüldükçe, doğanın yaratmadaki sonsuz sanatı açıkça gözler önüne serilmektedir.
Doğadaki düzenin korunması için özel yaratılmış bir çok canlı, kendi üstüne düşen görevleri eksiksizce yerine getirir ve hem yaşam tarzları hem de sağladıkları faydalar açısından, bu canlıların gizemli dünyası gerçekten incelemeye değerdir.
Bilim adamları toprakta, akarsularda, ve deniz kenarlarında yaşayan solucanların hayatlarını incelediklerinde, bu küçük canlıların tıpkı bakteriler gibi doğadaki dönüşüme büyük katkıları olduğunu keşfettiler. Canlılığını yitirerek toprağa düşen yapraklar, meyvalar gibi tüm artık maddeler burada yaşayan binlerce solucan tarafından toprağın derinliklerine karıştırılarak yeryüzünden temizlenirler. Durmaksızın adeta birer temizleme makinası gibi çalışan bu dönüşümcülerin, üstlendikleri görevin ne kadar önemli olduğu apaçık ortadadır. Zira onların yaptığı bu temizlik işlemi olmasaydı tüm bu artıklar büyük bir yığın halinde birikir, dolayısıyla bu yerlerde insanların yaşaması da imkansız hale gelirdi.
Nitekim bu gayretli temizleyiciler için toprağın üstünde biriken tüm artık maddeler eşsiz bir rızık niteliğindedir. Solucanların beslenirken kullandıkları yöntem ise gerçekten çok ilginçtir. Yedikleri besinleri ezip parçalayabilecekleri dişleri olmayan bu küçük canlılar öncelikle çürümüş yaprakları ağızlarının içine alarak, özel bir salgıyla kaplarlar. Daha sonra da yemek borularından geçirerek kursaklarına yollarlar. İçeri alınan bu besinler, kursaktaki dişe benzer kuvvetli kasların ve daha önceden yutulan taşların yardımıyla iyice ezilir. Fakat bu noktada insanı ilk şaşırtan şey, hayvanın besinleri ezmek için, yuttuğu taşların yemek borusunu zedelemesi hatta tıkaması beklenirken, ona hiç bir zarar vermemesidir. Bunun yanında esas ilginç olan, bu yeraltı sakininin besini kolaylıkla sindirebilmek için yöntem olarak önceden taş yutmayı akletmesidir. Oysa bu hızlı öğütücülerin, besinleri parçalayabilmek amacıyla böylesine akılcı bir yöntemi kullanmaları için kendi vücut yapılarından da haberdar olmaları gerekir. Elbette hiç bir zekaya ve akla sahip olmayan bu canlıların böyle bir işlemi kendi kendilerine, tesadüfen bulamayacakları ortadadır. Şüphesiz onların da yeryüzünde yaratılmış tüm canlılar gibi, içgüdüsel yapı içinde hareket ettikleri apaçık bir gerçektir. Bu işlemin sonunda iyice ezilmiş yapraklar, sindirici enzimler sayesinde parçalanır. Bir kısım besin kan dolaşımına karışırken, kalan kısım ise tekrar toprağa geri döner. Nitekim onların vücudundan toprağa karışan bu maddeler bitkiler açısından son derece zengin konsantre nitrat, potasyum, fosfor ve kalsiyum içerir. Bu nedenle solucanların yaşadıkları yerlerde, bitkiler için son derece elzem olan bu maddelerle toprağın altında zengin bir mineral deposu oluşur. İşte solucanların yaşadıkları toprağa belki de en büyük katkılarından biri budur. Elbette bir çok insanın ne işe yaradıklarından bile haberdar olmadıkları bu canlıların, yaşamları boyunca fayda sağlayan bir çaba içinde olduklarını kavramak insanı hayrete düşürmektedir.
İncecik derilerine ve son derece hassas yapılarına rağmen, yuvalarını toprağın altında yapan bu canlıların, bir diğer görevi ise toprağı yaymak ve delikli olmasını sağlamaktır. Gerçekten de toprakta yaşayan binlerce solucan, durmaksızın çalışarak hem tonlarca toprağı ters yüz eder, hem de buradaki yaprakları, sap ve ölü kökleri yerler. Böylece toprağın her yerine eşit oranda havanın, suyun ve katı maddelerin yayılmasına da vesile olurlar. Yerin derinliklerinde gizlenmiş bu yeraltı çiftçilerinin sayesinde, artık toprakta sağlıklı bir bitkinin yetişmesi için gerekli ortam hazırdır. Toprağın karışmasını sağlayan bu marifetli kazıcıların, doğada yaşayan tüm canlıların rızkını elde ettiği toprağa yarar sağlayacak şekilde yaratılmış olması, elbette büyük bir mucizedir. Dünyanın dört bir tarafına yayılmış bu ordunun tüm askerleri tam aksine, toprakta yetişen bitkilere zarar vererek onu verimsiz hale getirecek bir yapıya da sahip olabileceklerken, her biri yaşadıkları toprağa bereket ve canlılık getirmektedirler.
Bu çalışkan kazıcıların sağladığı oldukça önemli yararlardan bir diğeri de toprağın derinliklerine daha fazla suyun sızmasını sağlamaktır. Bunu nasıl yaptıklarını anlamak için toprağın içindeki yaşamlarını incelemek gerekir. Bu canlıların kısa boylu olanları, toprağın yüzeyine yakın yerlerde yaşayıp yatay tüneller açarken uzun olan diğerleri ise daha derinlerde yaşar ve dikey tüneller açarlar. Elbette burada dikkati çeken mucize incecik zar gibi bir deriyle kaplı olan bu canlıların yeraltında zorlanmadan ilerleyebilmeleridir. Metrelerce derinliklerin içinde kıvrılıp bükülerek ve toprağı iterek ustaca tüneller kazan solucanların büyük bir basınç altında olmalarına rağmen böylesine zor bir işi kolaylıkla başarabilmeleri gerçekten çok ilginçtir. Kuşkusuz onların toprağın altında böylesine rahat hareket etmelerini sağlayan neden bedenlerinin fazlasıyla kaslı yaratılmış olmasıdır. Fakat esas üzerinde durulması gereken mucize, bu kasların nasıl olup da bu kadar güçlü olabildiğidir. Şüphesiz solucanın toprağın içinde rahatlıkla yol alabilmesi bedenini yaşadığı ortama en uygun şekilde yaratılışının açık bir göstergesidir. Bu gizli işçilerin açtığı binlerce tünel sayesinde toprağın altı adeta bir labirent haline gelir ve bu kanallar yardımıyla su, yüzeyden derinliklere kadar rahatlıkla emilebilir.
Ayrıca bu özel canlılar, toprağın hem su geçirgenliğini arttırmak hem de havalanmasını sağlamak için yüzeyin altında oluşan suya dayanıklı bölümleri de çözerler. Solucanların yaşamadığı veya az olduğu topraklarda ise geçirgenliği sağlamak için insanlar son derece pahalı kimyasal maddeleri kullanmak zorundadırlar. Bunun yanında solucanların yaşadığı topraklara sağladıkları yararlar, bu kadarla da kalmamaktadır. Zira bu faydalı küçük canlıların yerleştikleri topraklarda, diğerlerine nazaran daha az zararlı mikroorganizmalar barınmakta ve bitkilere yararlı bakteriler de giderek çoğalmaktadır. Bu nedenle, buralarda yaşayan bitkilerin kökleri de daha sağlıklı büyümektedir. Tüm bunlara binaen sağlıklı bir toprağın en iyi göstergesi, bu konuklara sahip olmasıdır. Nitekim solucansız bir toprağın yeni bitkiler için uygun bir ortam olduğu düşünülse de, bu kanının ne kadar yanlış olduğu kısa bir süre içinde anlaşılacaktır. Çünkü böyle yerlerde yetişen bitkilerin yaşamları çok fazla sürmeyecektir. Kuşkusuz bu canlıların, rızıklarını topraktan sağlayan tüm canlılara hizmet edecek şekilde yaratılmışlığının güzel bir göstergesidir.
Adeta programlanmış gibi toprağı çırpan, karıştıran bu minyatür makinelerin, toprakta sağlıklı bir hayat sürmeleri de gerçekten çok şaşırtıcıdır. Çünkü toprağın altında zararlı bir çok mikrop ve bakteri de yaşamaktadır. Oysa incecik deriyle kaplı vücuduna oldukça savunmasız yapılarına rağmen solucanlar bu zararlı mikroorganizmalardan etkilenmemektedirler. Normal şartlarda toprağın metrelerce altında yaşayan bu canlıların kısa sürede parçalanması ya da çürümesi beklenirken onlar son derece sağlıklı bir şekilde hayatlarını sürdürebilmektedirler. Böyle bir ortamda açtıkları tünellerde güven içinde yaşayabilmeleri, bu canlıların şüphesiz toprağın yapısına uygun yaratılışa sahip olduklarının apaçık bir kanıtıdır.
Küçük büyük milyarlarca canlıyı içinde barındıran, birbirinden güzel rızıklarıyla adeta muhteşem bir misafirhane olan toprakta, insanı hayrete düşürecek kadar sistemli ve düzenli bir yaşam hüküm sürmektedir. Gerçekten de birbirinden çok farklı yaratılışa ve yaşam tarzına sahip bu kadar çok canlının hiç bir kargaşa olmadan bir arada yaşaması, doğadaki dengenin delilidir.
Bilim adamları doğadaki yaşam üzerinde yaptıkları uzun araştırmalar sonucunda, bu mükemmel sistemin devam edebilmesi için olağanüstü bu dengenin milyarlarca detayın içinde varedilmiş olduğunu ortaya çıkardılar. Bu detayların oluşturduğu uçsuz bucaksız zincirin her halkası çözüldükçe, doğanın yaratmadaki sonsuz sanatı açıkça gözler önüne serilmektedir.
Doğadaki düzenin korunması için özel yaratılmış bir çok canlı, kendi üstüne düşen görevleri eksiksizce yerine getirir ve hem yaşam tarzları hem de sağladıkları faydalar açısından, bu canlıların gizemli dünyası gerçekten incelemeye değerdir.
Bilim adamları toprakta, akarsularda, ve deniz kenarlarında yaşayan solucanların hayatlarını incelediklerinde, bu küçük canlıların tıpkı bakteriler gibi doğadaki dönüşüme büyük katkıları olduğunu keşfettiler. Canlılığını yitirerek toprağa düşen yapraklar, meyvalar gibi tüm artık maddeler burada yaşayan binlerce solucan tarafından toprağın derinliklerine karıştırılarak yeryüzünden temizlenirler. Durmaksızın adeta birer temizleme makinası gibi çalışan bu dönüşümcülerin, üstlendikleri görevin ne kadar önemli olduğu apaçık ortadadır. Zira onların yaptığı bu temizlik işlemi olmasaydı tüm bu artıklar büyük bir yığın halinde birikir, dolayısıyla bu yerlerde insanların yaşaması da imkansız hale gelirdi.
Nitekim bu gayretli temizleyiciler için toprağın üstünde biriken tüm artık maddeler eşsiz bir rızık niteliğindedir. Solucanların beslenirken kullandıkları yöntem ise gerçekten çok ilginçtir. Yedikleri besinleri ezip parçalayabilecekleri dişleri olmayan bu küçük canlılar öncelikle çürümüş yaprakları ağızlarının içine alarak, özel bir salgıyla kaplarlar. Daha sonra da yemek borularından geçirerek kursaklarına yollarlar. İçeri alınan bu besinler, kursaktaki dişe benzer kuvvetli kasların ve daha önceden yutulan taşların yardımıyla iyice ezilir. Fakat bu noktada insanı ilk şaşırtan şey, hayvanın besinleri ezmek için, yuttuğu taşların yemek borusunu zedelemesi hatta tıkaması beklenirken, ona hiç bir zarar vermemesidir. Bunun yanında esas ilginç olan, bu yeraltı sakininin besini kolaylıkla sindirebilmek için yöntem olarak önceden taş yutmayı akletmesidir. Oysa bu hızlı öğütücülerin, besinleri parçalayabilmek amacıyla böylesine akılcı bir yöntemi kullanmaları için kendi vücut yapılarından da haberdar olmaları gerekir. Elbette hiç bir zekaya ve akla sahip olmayan bu canlıların böyle bir işlemi kendi kendilerine, tesadüfen bulamayacakları ortadadır. Şüphesiz onların da yeryüzünde yaratılmış tüm canlılar gibi, içgüdüsel yapı içinde hareket ettikleri apaçık bir gerçektir. Bu işlemin sonunda iyice ezilmiş yapraklar, sindirici enzimler sayesinde parçalanır. Bir kısım besin kan dolaşımına karışırken, kalan kısım ise tekrar toprağa geri döner. Nitekim onların vücudundan toprağa karışan bu maddeler bitkiler açısından son derece zengin konsantre nitrat, potasyum, fosfor ve kalsiyum içerir. Bu nedenle solucanların yaşadıkları yerlerde, bitkiler için son derece elzem olan bu maddelerle toprağın altında zengin bir mineral deposu oluşur. İşte solucanların yaşadıkları toprağa belki de en büyük katkılarından biri budur. Elbette bir çok insanın ne işe yaradıklarından bile haberdar olmadıkları bu canlıların, yaşamları boyunca fayda sağlayan bir çaba içinde olduklarını kavramak insanı hayrete düşürmektedir.
İncecik derilerine ve son derece hassas yapılarına rağmen, yuvalarını toprağın altında yapan bu canlıların, bir diğer görevi ise toprağı yaymak ve delikli olmasını sağlamaktır. Gerçekten de toprakta yaşayan binlerce solucan, durmaksızın çalışarak hem tonlarca toprağı ters yüz eder, hem de buradaki yaprakları, sap ve ölü kökleri yerler. Böylece toprağın her yerine eşit oranda havanın, suyun ve katı maddelerin yayılmasına da vesile olurlar. Yerin derinliklerinde gizlenmiş bu yeraltı çiftçilerinin sayesinde, artık toprakta sağlıklı bir bitkinin yetişmesi için gerekli ortam hazırdır. Toprağın karışmasını sağlayan bu marifetli kazıcıların, doğada yaşayan tüm canlıların rızkını elde ettiği toprağa yarar sağlayacak şekilde yaratılmış olması, elbette büyük bir mucizedir. Dünyanın dört bir tarafına yayılmış bu ordunun tüm askerleri tam aksine, toprakta yetişen bitkilere zarar vererek onu verimsiz hale getirecek bir yapıya da sahip olabileceklerken, her biri yaşadıkları toprağa bereket ve canlılık getirmektedirler.
Bu çalışkan kazıcıların sağladığı oldukça önemli yararlardan bir diğeri de toprağın derinliklerine daha fazla suyun sızmasını sağlamaktır. Bunu nasıl yaptıklarını anlamak için toprağın içindeki yaşamlarını incelemek gerekir. Bu canlıların kısa boylu olanları, toprağın yüzeyine yakın yerlerde yaşayıp yatay tüneller açarken uzun olan diğerleri ise daha derinlerde yaşar ve dikey tüneller açarlar. Elbette burada dikkati çeken mucize incecik zar gibi bir deriyle kaplı olan bu canlıların yeraltında zorlanmadan ilerleyebilmeleridir. Metrelerce derinliklerin içinde kıvrılıp bükülerek ve toprağı iterek ustaca tüneller kazan solucanların büyük bir basınç altında olmalarına rağmen böylesine zor bir işi kolaylıkla başarabilmeleri gerçekten çok ilginçtir. Kuşkusuz onların toprağın altında böylesine rahat hareket etmelerini sağlayan neden bedenlerinin fazlasıyla kaslı yaratılmış olmasıdır. Fakat esas üzerinde durulması gereken mucize, bu kasların nasıl olup da bu kadar güçlü olabildiğidir. Şüphesiz solucanın toprağın içinde rahatlıkla yol alabilmesi bedenini yaşadığı ortama en uygun şekilde yaratılışının açık bir göstergesidir. Bu gizli işçilerin açtığı binlerce tünel sayesinde toprağın altı adeta bir labirent haline gelir ve bu kanallar yardımıyla su, yüzeyden derinliklere kadar rahatlıkla emilebilir.
Ayrıca bu özel canlılar, toprağın hem su geçirgenliğini arttırmak hem de havalanmasını sağlamak için yüzeyin altında oluşan suya dayanıklı bölümleri de çözerler. Solucanların yaşamadığı veya az olduğu topraklarda ise geçirgenliği sağlamak için insanlar son derece pahalı kimyasal maddeleri kullanmak zorundadırlar. Bunun yanında solucanların yaşadığı topraklara sağladıkları yararlar, bu kadarla da kalmamaktadır. Zira bu faydalı küçük canlıların yerleştikleri topraklarda, diğerlerine nazaran daha az zararlı mikroorganizmalar barınmakta ve bitkilere yararlı bakteriler de giderek çoğalmaktadır. Bu nedenle, buralarda yaşayan bitkilerin kökleri de daha sağlıklı büyümektedir. Tüm bunlara binaen sağlıklı bir toprağın en iyi göstergesi, bu konuklara sahip olmasıdır. Nitekim solucansız bir toprağın yeni bitkiler için uygun bir ortam olduğu düşünülse de, bu kanının ne kadar yanlış olduğu kısa bir süre içinde anlaşılacaktır. Çünkü böyle yerlerde yetişen bitkilerin yaşamları çok fazla sürmeyecektir. Kuşkusuz bu canlıların, rızıklarını topraktan sağlayan tüm canlılara hizmet edecek şekilde yaratılmışlığının güzel bir göstergesidir.
Adeta programlanmış gibi toprağı çırpan, karıştıran bu minyatür makinelerin, toprakta sağlıklı bir hayat sürmeleri de gerçekten çok şaşırtıcıdır. Çünkü toprağın altında zararlı bir çok mikrop ve bakteri de yaşamaktadır. Oysa incecik deriyle kaplı vücuduna oldukça savunmasız yapılarına rağmen solucanlar bu zararlı mikroorganizmalardan etkilenmemektedirler. Normal şartlarda toprağın metrelerce altında yaşayan bu canlıların kısa sürede parçalanması ya da çürümesi beklenirken onlar son derece sağlıklı bir şekilde hayatlarını sürdürebilmektedirler. Böyle bir ortamda açtıkları tünellerde güven içinde yaşayabilmeleri, bu canlıların şüphesiz toprağın yapısına uygun yaratılışa sahip olduklarının apaçık bir kanıtıdır.